Tuğra Hukuk Bürosu Logosu
Genel

Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı

Suç genel teorisi içinde suçun maddi unsuru, şu alt unsurlardan teşekkül etmektedir: Hareket, netice ve bu ikisi arasındaki nedensellik bağı.

Suç genel teorisi içinde suçun maddi unsuru, şu alt unsurlardan teşekkül
etmektedir: Hareket, netice ve bu ikisi arasındaki nedensellik bağı. Burada, nedensellik bağı incelenecektir.
Nedensellik bağı konusundaki teorileri üç ana grupta toplamak mümkündür.
Bunlar, “şart teorileri” (ya da “şartların eşitliği” teorileri), “etkin sebep teorileri” ve “uygun sebep
teorileri”dir.
Tabiatcı görüşün ürünü olan şart teorilerine göre: “Bir netice birçok şartların bir
araya gelmesiyle gerçekleşir ve bu şartlardan her biri neticeyi meydana getirmek bakımından
zorunludur; bu şartlardan biri ortadan kalkacak olursa, netice de meydana gelemez. Sebep
dediğimiz şey, bütün bu şartların bütünüdür ve bu itibarla, şart sebebin bir parçasıdır; fakat bütün
parçalar, yani şartlar, sebebin gerçekleşmesi bakımından, aynı derecede önemli olduklarından,
sebebi parçalara bölmeye, bu parçalardan sadece bazılarına sebep değerini tanımağa imkan yoktur.
Zira bu parçalardan her biri aynı derecede yeterli ve aynı derecede zorunludur; birinin çıkarılması,
sebebin ve neticenin meydana gelmemesi, neticenin de tasavvurdan silinmesi demektir. Sebebin
kısımlarını teşkil eden şartlardan herhangi birini gerçekleştiren kimsenin hareketi ile netice arasında
nedensellik bağı kurulur; diğer bir deyişle bir kimsenin yaptığı hareketin neticenin sebebi sayılması
için, bütün şartları meydana getirmesine gerek yoktur2."
"Bu kuramın sebep kavramını, hukuka ve adalet duygusuna aykırı düşecek
derecede genişlettiği ileri sürülmektedir. Şartın şartı şeklinde zincirleme mantığın duracağı sınır
bilinmez. Her adam öldürme suçunda tabancayı icat edenin suça neden olduğunu bu kurama göre
ileri sürmek belki de mümkün olacaktır. Hastalıktan yeni kalkmış bir kimsenin, kendisinin ve
şoförün karşılıklı kusuru ile trafik kazasında ölmesi halinde, sokağa çıkmasına müsaade eden
hekimin, yanına kimseyi katmamış olan yakınlarının sorumlu tutulması gerekecektir. Bu kurama
göre, bir tek sonuçta sınırlandırılması mümkün olmayacak sayıda neden bulunabilir. Bu kurarnın
"sonuç, kasdı belirler" anlayışından büyük bir farkı yoktur. Bir yaralının hastahaneye kaldırılması
ve hastahanede çıkan yangında ölmesi halinde, bu kişiyi yaralayanın ölümden sorumlu tutulması
haklı görülemez3."
"Etkin sebebi tayine yönelen teoriler: Normcu (kuralcı) bir görüşten hareket
ederek, her şartı değil, fakat sadece neticenin meydana gelmesi bakımından en büyük etkiyi yapmış
olan şartı sebep sayan teoriler, etkin sebep, en çok etkileyici sebep, son şart, kesin sebep ve tayin
edici sebep teorileridir. Bunlardan en çok bilinen ve uygulananı, etkin sebep teorisidir. Bu teoriye
göre, sebep, şart ve vesileden ayrı bir şeydir. Mesela toprağa bir tohum ekildiğinde, bitkinin çıkması
için bir çok şartın bir araya gelmesi, rutubet ve bereketin bulunması gerekir; ancak bitkinin
topraktan çıkmasının tek sebebi, tohumun ekilmesidir ve diğer bütün hususlar birer vesileden başka
bir şey değildir. Demek oluyor ki, şartlar arasında neticeyi meydana getirici kuvvet ve nitelikte
bulunanı, neticenin etkin sebebidir ve ancak bu nitelikte olan sebeple netice arasında nedensellik
bağının kurulması mümkündür. Mesela, bir savaş gemisinin, bir merminin isabetiyle battığı
düşünülecek olursa, ortak duygu, gerek merminin atılmasının ve gerek zırhların mermiye
dayanamamasının batışın sebebi olduğunu bize gösterir, hatta geminin merminin atış menzilinde
bulunması da bir sebep olarak ortaya çıkar. Fakat, geminin batışı ile meydana gelen değişikliğe
sebep olan, merminin atılmasıdır; zira mermi atılmadığı takdirde, ne geminin merminin menzilinde
bulunması ne de zırhlarının mermiye dayanamıyacak durumda olması, batma sonucunu meydana
getirmek hususunda rol oynayabilirdi. Demek oluyor ki, bu olayda sebep merminin atılmasıdır,
diğer hususlar ise birer vesiledir. Vesile diğer bir olayın meydana gelmesine imkan veren olaydır;
sebep ise olay veya neticeyi meydana getiren, onu yaratan vakıadır4."
“Etkin sebep teorisine karşı ileri sürülmüş olan başlıca eleştiri, vesile ve sebep
ayırımının müphem olduğundan ibarettir; çünkü belirli bir neticeyi meydana getirmek bakımından
ayni derecede rol oynamış olan şartlardan hangisinin vesile, hangisinin sebep olduğunu tayine
imkân yoktur; bu mümkün olsa bile, bu görüş neticeye en yakın olan sonuncu hareketin sebep
olarak kabul edilmesi sonucuna götürür. Özellikle, hareketle netice arasına diğer bir takım kişilerin
hareketi karıştığı takdirde, hangi kuvvet veya enerjinin neticeyi meydana getirdiğini tespit etmek
büsbütün güçleşecektir; kaldı ki, etkin olmadığı ve sebepler serisinden çıkarılması gerektiği kabul
edilen vesilelerin, neticenin meydana gelmesi bakımından çok önemli bir rol oynamaları imkânı
vardır. Mesela bir kimseyi öldürmek isteyen kişi onu içinde aslan bulunan bir kafese soksa, neticeyi
meydana getiren kuvvet, arslanın mağduru parçalaması oIacağından, kafese sokma hareketini vesile
sayıp faili sorumlu tutmamak gerekecektir5."
“En çok etkileyen sebep teorisi: Etkin sebep teorisinin karşılaştığı bu eleştiriler,
bazı yazarlar, neticeyi etkileyen çeşitli sebepler arasında en çok etkin olanını arayıp bulmak ve
sadece bu sebeple netice arasında nedensellik bağının bulunduğunu kabul etmek yoluna
yöneltmiştir. Etkin sebep teorisi, neticeyi meydana getirici kuvvet ve nitelikte olan sebebe üstünlük
tanımakta idi. En çok etkileyen sebep teorisi ise, kemmiyete önem vermektedir; etkin sebep teorisi,
neticeyi meydana getiren sebepler arasında keyfiyetçe en kuvvetli olanına sebep olma niteliğini
tanıdığı halde, en çok etkileyen sebep teorisi, çeşitli sebepler arasında bir nitelik ve vasıf farkı
görmez; sadece bir ölçü ve derece farkının bulunduğunu kabul eder; neticeyi en çok etkileyen şart
sebeptir, diğerleri vesiledir6.”
“Bu teoriye karşı yapılan en önemli eleştiri, diğer etkin sebepler arasında en çok
etki yapanın nasıl tespit edileceğidir. Bu sebebi tayin bakımından elimizde bir ölçü bulunmak şöyle
dursun, neticenin gerçekleşmesi bakımından sadece en çok etki yapmış şartı sebep sayıp, diğerinin
sebep oImadığını iddia etmenin manası anlaşılamaz7."
Son şart teorisine göre sebep, diğer şartlara en son eklenen ve isnat yeteneği
bulunan insan tarafından gerçekleştirilen şarttır. Bu gruptaki teoriler de, benzer eleştirlerden
kurtulamamıştır.
Uygun sebep teorisi: “Bu kurama göre hukukta neden olma ilişkisinin kabulü için,
failin yaptığı hareketin söz konusu sonucu meydana getirmeye genel olarak elverişli bulunması
gerekir. Aslında sonuca öncel her şartı neden saymak mümkündür. Ancak bu şartların hukuk
alanında ulusal bir değer taşıyabilmesi, kanunun suç saydığı sonucu doğurmaya uygun ve elverişli
olmalarına bağlıdır. Fakat aranacak husus, belirli bir nedenin, belirli bir sonucu gerçekten meydana
getirmiş olup olmadığı değil, onu meydana getirmeye esasen elverişli ve uygun bulunup
bulunmadığıdır. Diğer bir deyimle bir sonucu meydana getirmeye genellikle elverişli şart nedendir.
Bu anlamda hareket ile sonuç arasında uygunluk şarttır. Aranan soyut everişliliktir Bu hükme,
olaylardan elde edilen tecrübelerle varılır. Görülüyor ki burada da (tehlike kavramında olduğu gibi)
ihtimal kavramı esastır. Diğer bir deyimle hukuki anlamda sebebiyet ilişkisi için ihtimal esas
unsurdur. Şüphe yoktur ki insanların öngörme imkânı sınırlıdır. Bu nedenle ihtimal kavramı biraz da
insanlardaki bir noksanlığın ifadesidir. Fakat başka çare de yoktur. Bu kuramın önemli sonucu,
hareketin yapıldığı anda muhtemel görünmeyen yani olağanüstü (atipik) sonuçlara, failin neden
olduğunun kabul edilmeyeceğidir8.”
“Bu kuramın özeti şu olacaktır: Nedensellik eğer sonuç oluşturmaya elverişli ise
hukukta dikkate alınır. Görülüyor ki şartlar arasında bir tercih yapılmaktadır. Şartların eşitliği
kuramında "doğal nedensellik" esas tutulmakta, uygun neden kuramında ise, şartlar içinden bir veya
bir kaçı seçilmektedir./ … /Uygunluk nasıl belirlenecektir? Bu kuram içinde bir anlayışa göre failin
hareketi anında bildiği veya bilebileceği olaylar esas tutulmalıdır; diğer bir anlayışa göre ortalama
bir insanın imkânları esas olmalıdır. Görülüyor ki birinci düşüncede daha çok sübjektif, ikincide
objektif bir ölçü önerilmektedir. Fakat uygunluğu kim ve nasıl belirleyecektir? Hâkime geniş bir
takdir hakkı tanınmış olması zaruridir. Hâkim olaydan öncesini zihnen canlandıracak, şartlar
arasında bir karşılaştırma yapacak ve uygun olanları bulacaktır. Bu arada bazı şartlar tesadüfî, atipik
nitelikte görüleceğinden bunlar dikkate alınmayacaktır. O halde her olayın fikren inşası suretiyle bir
hükme varılacaktır9.”
“Uygun neden kuramının verdiği sonuçlar, şartların eşitliği kuramından farklı
olmaktadır. Yaralandığı için hastaneye kaldırılan kimsenin hastanenin yanması sonucunda
ölmesinde o kişiyi yaralayan kimse açısından nedensellik kabul edilemez. Çünkü hastanelerin
yanması tamamıyla istisnadır, bu atipik bir olaydır. Yaralama, bu olayda uygun bir neden değildir.
Uçak motorunu muayene etmekle yükümlü olan teknisyenin motorda değiştirilmesi gerekli bir
parçayı değiştirmeyi ihmal etmesinden dolayı havada motorun tutuşması ve meydana geri dönmekle
kazayı önlemek mümkün bulunmasına rağmen pilotun yoluna devam cesaretini göstermesi ve
kazanın meydana gelmesi halinde yalnız teknisyenin sorumlu olacağı ileri sürülmektedir10.”
"Uygun neden kuramının eleştirilmesi: İhtimal, doğal olaylar sebebiyetinde,
yabancı bir kavramdır. Bir hareketten bir sonuç meydana gelmiş ise, muhtemel olağan sonuçlardan
değil diye meydana gelmemiş saymaya imkanı yoktur. Kaldı ki her olayda uygunluğu saptamak
hukuk uygulamasında kolay değildir. Uygunluk hükmü tereddütsüz verilebilecek hükümlerden
sayılamaz. Belirli bir sonuç doğurmuş bir hareketin genel olarak soyut anlamda bu sonucu
oluşturmaya elverişli olmadığını iddia imkanı sanığa adaletten kaçmak için iyi bir bahane
olabilecektir."
“Hareketinin, anormal veya tipik sonuçlarından failin sorumsuzluğu abartmalıdır.
Kaldı ki uygun neden anlayışı ile mücbir neden, beklenilmeyen hal gibi kavramlar arasında ne gibi
bir farkın bulunabileceği de açıklamasız kalmaktadır. Öngörebilme ile hayal gücü karışımı
uygulama sakıncalı olabilmektedir. Diğer taraftan uygunluğun ölçüsü ne olacaktır? Bu ölçüyü sonuç
gösterecek ise şart teorisine dönülmüş bulunacaktır: Elverişliliğin somut olarak düşünülmesi bu
anlama gelir. Derece derece genişletilirse uygun neden kuramı, nedensellik konusu dışında, yalnız
bir sorumluluk, kusur kuramı haline gelecektir. Diğer taraftan bu anlayış içinde nedensellik ile
taksir kavramı arasında bir fark yoktur. Eğer bu iki kavram birbirinden farklı ise taksirli suçlarda
bazı hallerde taksirin (örneğin tedbirsizliğin) mevcut olması, nedenselliğin ise mevcut bulunmaması
haline rast1anabilmek lazımdır. Hâlbuki öngörülebilmek kavramına indirgenmiş nedensellik de bu
hal mümkün olamayacaktır11."
GÖRÜŞÜM: GENİŞLETİLMİŞ ETKİN SEBEP TEORİSİ
Dış dünyada bir değişikliğin meydana gelmesi, belli bir enerjinin bu değişiklik
doğrultusunda kullanılmasına bağlıdır. Bu enerji bazen fizik yasaları uyarınca kendiliğinden ortaya
çıkar, bazen bilinçli bir insan hareketine bağlıdır, bazen insanın herhangi bir hareketi, fizik
yasalarına bağlı bir enerji miktarının, belli bir yönde harekete geçmesine sebebiyet verir. Bilinçli
insan hareketi, doğrudan bu enerjiye sahip ya da potansiyel bir enerjiyi kinetik enerjiye doğrudan
çevirecek mahiyette ise ortaya çıkan netice ile nedensellik bağının mevcudiyeti açıktır.
Nedensellik bağı aranırken, iter criminis (suç yolu) gerisingeri incelenerek, önce,
dış dünyada ortaya çıkan değişikliği meydana getirmeye yetecek enerjiyi hangi hareket ya da
hareketlerin taşıdığı tespit edilir. Yeterli güç ve enerjiye sahip hareket ile dış dünyada meydana
gelen değişiklik ve buna bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal gerginlik, yani netice arasında
nedensellik bağının bulunduğu kuşkusuzudur. Ancak her hareket, dış dünyada bu değişikliği
meydana getirmek için yeterli güç ve enerjiyi taşımamaktadır. Asıl sorun, yeterli güç ve enerjiye
sahip olmayan hareketle netice arasında nedensellik bağının olup olmadığının tespitidir.
Yeterli enerjiye sahip olmayan hareketlerden hangisi, netice ile nedensellik bağına
sahiptir? Burada önerilen kriter ve düşünce tarzı şudur: Yeterli güç ve enerjiye sahip olan hareket,
buna sahip olmayan hareketin faili adına yapılmış ya da böyle kabul edilebiliyorsa, netice ile bu
yetersiz güçteki hareket arasında da nedensellik bağı mevcuttur.
Pekiyi hangi durumlarda etkin hareket, başka bir fail adına yapılmıştır, hangi
durumlarda ise başkası adına yapıldığı kabul edilmelidir?
Yeterli güç ve enerjiye sahip hareket ya da eklenerek ortaya çıkan doğal güç, failin
iradesi içinde yer almış ise, yani fail kendi hareketine bu harekettin ya da doğal gücün ekleneceğini
biliyorsa, bu hareketler ve güç, fail adına ortaya çıkmış ve fail adına neticeye yönelmiştir. Böyle bir
hareketin netice ile arasında nedensellik bulunduğu açıktır. Buna örnek olarak, iştirak halinde
işlenen suçlarda, yardım eden şahısların hareketleri ile netice arasındaki nedensellik bağı verilebilir.
Kural olarak bunların hareketi, neticeyi meydana getirecek güç ve enerjiye sahip değildir. Ancak
(asıl) failin hareketi, yardım edenin iradesi içinde yer almaktadır, yani onun adına da yapılmıştır ve
bu sebeple yardım edenin hareketi ile netice arasında nedensellik bağını bu irade kurar. Ancak
burada gözden kaçmaması gereken, yardımcının hareketinin, failin hareketini kolaylaştırmış olması
gereğidir.
Şu durumlarda ise sonucu meydana getiren hareketin, başka bir fail adına yapıldığı
kabul edilmelidir: Failin iradesi, sonucu meydana getirecek hareketi doğrudan kapsamıyor olabilir.
Ancak ortak akıl ve hukuk düzeni, belli durumlarda, eklenen hareketlerin fail adına yapıldığının
kabulünü zorunlu kılabilir. Elbette bu durumların tespiti, pozitif bir hukuk kuralının varlığını
gerektirmektedir. Ancak bu pozitif kuralın kaynağı yazılı olma zorunda değildir; örf adet hukuku da
olabilir. Özellikle belli bir şekilde davranma ya da davranmaktan çekinme hususunda ihdas edilmiş
bulunan özen mükellefiyeti, burada kriter olabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken husus şudur:
Özen mükellefiyeti, failin davranışına eklenebilecek ek güç, hareket ve enerjileri dikkate alarak ve
salt bunun engellenmesi maksadıyla ihdas edilmiş ve ex-post incelemede, bu mükellefiyete
aykırılılığın, mükellefiyetin ihdasına sebebiyet veren öngörüyü tahakkuk ettirmiş olduğu ortaya
çıkmalıdır.
Daha açık bir ifade ile taksirli suçlar ya da neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda
nedensellik bağı aranırken, özen mükellefiyetinin neden ibaret olduğu, bunun hangi sebeple ihdas
edildiği, mükellefiyetin ihlali sonucunda eklenen hareket ve gücün nasıl ortaya çıktığı, ancak expost, yani sonradan yapılan bir incelemeyle belirlenmelidir. Soyut bir öngörü değil, somut olgular
dikkate alınarak değerlendirme yapılmalıdır. Gerçekten de, bu tip suçlarda, failin iradesi, eklenen
güçlü hareketi kapsamına almayacaktır. Bu sebeple de ancak, eklenen hareketin fail adına yapıldığı
kabul edilebilecektir. Bunun içinse, özen mükellefiyeti, belli bir hareket ve enerjinin, failin
davranışına eklenebileceği öngörülerek ihdas edilmiş olmalıdır. Her hangi bir husustaki özen
mükellefiyetinin niçin ihdas edildiğinin tespiti, hâkime düşen bir görevdir. Elbette bu tespitte,
ortaya çıkan olayın nasıl gerçekleştiği inceleme konusu değildir: Hâkim bir husustaki özen
mükellefiyetinin hangi sebeple ihdas edildiğini soyut olarak tespit edecektir. Böylece bir özen
mükellefiyetinin, bu tip davranışlara hangi hareketler ve enerjilerin eklenebileceği öngörülerek
ihdas edildiği hâkim tarafından, kendi bilgi ve tecrübelerine göre belirlenecektir. Buraya kadar
yapılan inceleme soyuttur. Bu soyut inceleme sonucunda, hangi tip hareketlerin fail adına yapılmış
kabul edilebileceği belirlenmiş olacaktır. Çünkü bir özen kuralı ihdas edilirken, hangi davranışların,
başka hangi hareketlere, güç ve enerjilerin devreye girmesine sebebiyet vereceği tespit edilir ve
mükellefiyet, buna engel olacak şekilde düzenlenir. O halde bir özen mükellefiyetinin ihdası,
eklenecek hareketlerin fail adına yapılmış olarak kabul edilebileceğini ve bunların ne tür hareketler
olabileceğini ortaya koyar.
Ancak eklenen hareketlerin fail adına yapılmış kabul edilebilmesi için, bu soyut
inceleme ve tespit yeterli değildir. Buna ilaveten, ex-post bir inceleme ile somut olayda, hangi
hareketlerin hangi davranışlara eklendiği, bu eklenen hareket faillerinin iradesinin neye yönelik
olduğu, yani eklenen hareket failinin manevi unsuru da ayrıca tespit edilir. Bunun sonucunda,
eklenen hareketin, bir önceki safhada belirlenen, özen yükümlülüğünün ihdasına sebep olan
hareketlerden olduğu tespit edildiği takdirde, bu hareketi fail adına yapılmış hareket olarak kabul
etmemiz ve dolayısıyla nedensellik bağının mevcudiyetine hükmetmemiz zorunludur.
Buna karşılık, somut olayda eklenen hareketin, özen mükellefiyetinin sebebini
teşkil eden hareketlerden olmadığı ortaya çıkarsa, nedensellik bağı yoktur.
Örnek verelim: Mümeyyiz olamayan küçükleri bakım altında bulundurma
mükellefiyeti, kanun uyarınca ana-babaya, ana-babanın yaptığı sözleşme uyarınca bakıcıya, eğitim
mevzuatı gereğince öğretmene bırakılmış olabilir. Bu bakım sırasında, küçüğün davranışlarının
kontrol edilmesi, tehlike yaratacak ortamlarda yalnız başına bırakılmaması şeklinde, az çok
süreklilik taşıyacak bir özen mükellefiyeti de ihdas edilmiştir. Bu mükellefiyetin sebebi, küçüğün,
hareketlerinin sonuçlarını kavrayamayacak durumda olması ve bu sebeple tehlikelerden uzak
tutulması için, hareketlerinin kontrol altında bulundurulması zorunluluğudur. O halde bu özen
mükellefiyeti, gayrı mümeyyiz çocuğun hareketlerinin bakıcı adına yapılan hareketler olarak kabul
edilebileceği öngörülerek ihdas edilmiştir. Bu hem küçüğün uğrayabileceği tehlikeler, hem
başkasına verebileceği zararlar açısından böyledir. Şimdi mümeyyiz olamayan bir küçüğün, gözetim
altında olmaksızın sokağa bırakıldığını düşünelim. Bu küçüğün yaya kaldırımından inerek, hızla
geçen bir aracın altında kalması halinde, trafik mevzuatına göre, küçüğe yüklenebilecek (daha
doğrusu onun mümeyyiz olması halinde ona yüklenebileceği düşünülen) kusur, bakıcının
kusurudur. Çünkü bakıcının özen mükellefiyeti, bu tür davranışlar sebebiyle ihdas edilmiştir, böyle
olduğu için küçüğün hareketlerinin, bakıcı adına yapıldığı ve bakıcının özensiz davranışı ile netice
arasında nedensellik bağının bulunduğu kabul edilmelidir. Elbette burada özen yükümlüğünün
kapsamı, çocuğun yaşına, gelişmişlik seviyesine, fikri olgunluğuna vs bakarak, örf adet hukukuna
göre değerlendirilecektir. Yani şu yaştaki, şu zekâdaki, şu olgunluktaki bir çocuk için, özen
mükellefiyetinin gerektirdiği bakım ve gözetim ile bunun derecesi, hâkim tarafından tespit
edilecektir.
Buna karşılık, aynı küçüğün, orada silahlı çatışmaya giren şahısların kurşunu ile
yaralandığını düşünelim. Bakıcı, küçüğü yalnız başına bırakmakla özen yükümlülüğünü ihlal
etmiştir ama, ex-post incelemede, bu özensizliğin, neticenin bakıcıya yüklemesine sebebiyet
vermediği sonucunu çıkartırız. Çünkü neticeyi ortaya çıkaracak güçteki hareket, küçüğün değil,
silahlı çatışmaya girenin hareketidir ve bu, bakıcının özen yükümlüğünün sebebini teşkil eden
hareketlerden değildir. Böyle olunca da, bunun, bakıcı adına yapılmış hareket olarak kabulü
mümkün değildir.
Bir başka örnek daha: Bir eczacı, reçeteyle satması gereken bir uyku ilacını,
reçetesiz olarak vermiştir. Bu ilacı alan şahıs, bunu ortada bırakmış ve küçük çocuğu da şeker
zannederek yutmuş ve ölmüştür. Ya da ilacı alan şahıs, bunları intihar etmek için kullanıp ölmüş, ya
da bir başkasının içeceğine katarak onu öldürmüştür. Bu örneklerde, eczacının özen yükümlülüğüne
aykırı davrandığı kuşkusuzdur. Ancak bu husustaki özen yükümlülüğü, ilacın, hekimin tavsiye ettiği
durumlar ve dozun dışında kullanılmasının yasaklanması amacını gütmektedir. Daha doğrusu,
hekim tarafından zorunlu görülen durumlarda ve öngörülen dozlarda, bu kişiler tarafından
kullanılması için ihdas edilmiş bir mükellefiyettir. Burada birinci ihtimalde, küçüğün hareketini
eczacının hareketi olarak kabul etme imkânı yoktur. Çünkü ilaç reçeteyle alınmış olsaydı da sonuç
değişmeyecekti. Burada küçüğün hareketi, ancak bakıcı adına yapılmış olarak kabul edilebilir ve
onun uğradığı zararla, bakıcının ilacı ortada bırakma ve küçüğü gözetmeme davranışı arasında
nedensellik bağı mevcuttur. İkinci ve üçüncü örneklerde ise intihar eden ya da başkasını öldüren
alıcının davranışı kasıtlıdır. Bilhassa üçüncü örnekte, üçüncü şahsın ölüm neticesini, eczacının
özensizliğine bağlamak mümkün değildir. Çünkü eczacının özen mükellefiyeti, ilacın bu şekilde
yani başka birine karşı silah olarak kullanılmasını engellemek için ihdas edilmiş değildir. İntihar
olgusunda, nedensellik bağının varlığı kabul edilebilir. Ancak bunun için, eczacının özen
mükellefiyetinin, iradi olarak gerçekleşen aşırı doz kullanımını da engellemek için ihdas edildiğinin
kabul edilmesi gereklidir. Eğer reçete mükellefiyetinin amacının, uyuşturucu nitelik taşıyan bu
ilaçların, keyif verici madde olarak ve -elbette iradi bir davranışla- aşırı dozda kullanımını
engellemeyi de kapsadığı tespit edilirse, ilacın iradi olarak ve ölüm neticesini doğuracak şekilde
kullanılması, eczacının sorumluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Çünkü özen yükümlülüğü, bu tür
iradi kullanımları da engellemek için ihdas edilmiştir ve somut olayda netice, böyle bir kullanımdan
doğmuştur. İşte burada özen mükellefiyetini ihdas eden sebep, sonraki hareketleri eczacının hareketi
olarak kabul ettirecek niteliktedir. Buna karşılık, özen mükellefiyeti, aşırı dozun bilerek ve isteyerek
kullanımını engellemek için değil, sadece keyif almak için kullanımı ya da hataen aşırı doz
kullanımını engellemek için ihdas edilmiş ise intihar olgusunda da nedensellik bağının olmadığı
sonucuna varılacaktır. Çünkü özensizlik mevcutsa da, somut olayda özen yükümlülüğü ile
engellenmeye çalışılan bir hareket değil, kasıtlı, iradi bir aşırı doz kullanımı söz konusudur ve bu
hareketi, ezacının hareketi olarak kabul etmek mümkün değildir.
Özetleyecek olursak: Görüşüme göre, nedensellik bağı hususunda, “genişletilmiş
bir etkin sebep” teorisini benimsemek yerinde olacaktır. Burada, ex-post bir inceleme ile yani
döngünün sonucunda ortaya çıkmış olan bütün ayrıntılar ve somutluklar dikkate alınarak,
neticeyi meydana getiren etkin sebep ya da sebepler belirlenmelidir. Bunlarla netice arasında
nedensellik bağının bulunduğunda kuşku yoktur. Bunların dışındaki hareketleri yapanlar açısından
ise şu değerlendirme yapılmalıdır: Bu hareketin faili, etkin sebebin kendi hareketine ekleneceğini
biliyor ve istiyorsa, yani iradesi etkin sebebi kapsıyorsa, etkin hareket, bu failin adına da
yapılmış demektir. Bu durumda ise nedensellik bağı kurulmuştur. Etkin hareketi yapanın ceza
sorumluluğuna sahip olmasına dahi gerek yoktur: Böyle bir durumda, diğer hareketi yapan dolaylı
fail olarak kabul edilecektir. Failin iradesi etkin sebebi kapsamamakla birlikte, velev ki örf ve adet
hukukundan doğmuş olsun, pozitif bir hukuk normunun düzenlediği özen yükümlülüğü, bu
tarz bir etkin sebebin eklenmesi göz önünde bulundurularak ihdas edilmiş ve somut olayda,
bu normun sebebini teşkil eden hareketlerden birisi etkin sebep olarak yer almış ise bu kez de
etkin hareketi, fail adına yapılmış kabul ederiz. Bu durumda da nedensellik bağı mevcuttur.
Buna karşılık etkin sebebi, failin adına yapılmış bir hareket olarak kabul edemediğimiz
durumlarda, nedensellik bağı bulunmamaktadır. Neticeyi meydana getiren güç, ancak birbirine
eklenen hareketlerden doğmuş ise, eklenen bu hareketlerin failin iradesi içinde yer alıp almadığına
bakılır. Bu hareketler failin iradesi içinde yer alıyor veya onun adına yapılmış kabul edilebiliyorsa,
bunlar da faile yüklenir ve hareketle sonuç arasında nedensellik bağının bulunduğu kabul edilir.
Önerilen kriter, esas itibariyle “etkin sebep” teorileri arasına yer almakla birlikte,
bu teoriyi genişleterek, özellikle taksirli ve sonucu itibariyle ağırlaşmış suçlar açısından, “etkin
sebep teorisi”nin sakıncalarını gidermektedir. Diğer yandan, “uygun sebep teorileri”nden daha adil
sonuçlar doğuracak niteliktedir. Çünkü bu grupta yer alan teoriler, sanığın, orta zekâda bir insanın
veya hâkimin bilgi ve tecrübelerine göre, yapılan hareketten, gerçekleşen neticenin çıkacağının
tahmin edilebilirliği üzerine kurulmuştur. Tahmin edecek kişinin kim olduğu alt gruplarda
tartışılmışsa da, bu grupta önemli olan, ex-ante bir inceleme ile yani olay öncesi bilgilerle, belli bir
neticenin öngörülmesinin mümkün olup olmadığıdır. Böyle olunca da, maddi unsura ilişkin bir
konu, tamamen manevi unsurun içinde yer alan olgularla açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu bir yana,
özellikle taksirli suçlarda, manevi unsur üzerinde yapılan araştırma, nedensellik bağını da doğrudan
etkilemektedir: Çünkü netice öngörülebilir ise fail kusurlu ve elbette nedensellik bağı vardır. Bu
durumda, ceza sorumluluğunun sınırları çok genişleyebilmektedir. Herhangi bir kişinin, özen
yükümlüğüne uygun davranmadığı her durumda, nedensellik bağının varlığı kabul edilmektedir.
Çünkü özen yükümlülüğü, elbette belli tehlikeli sonuçları bertaraf etmek üzere ihdas edilmiştir.
Dolayısıyla bu yükümlülüğü aksatılmışsa, bundan tehlikeli sonuçlar doğabileceğini tahmin etmek
gayet tabiidir. Böyle olunca da, özen yükümlüğünün aksatıldığı her durumda, nedensellik bağının
mevcudiyeti kabul edilmektedir. Oysa yukarıda verilen örneklerde görüldüğü üzere, özen
yükümlülüğü ihlal edilmiş olsa dahi, sonuç, tamamen farklı silsileler sonucunda ortaya çıkmış
olabilir. Araya, neticeye etkin olarak yönelmiş bilinçli hareketler girebilir. Hukuk düzeni, böyle bir
etkin harekete bilerek yardımcı olmayı sorumluluk kapsamına almıştır ama bilmeden yardımcı
olanın “bilmesi gerekirdi” düşüncesi ile (taksirli suç sebebiyle de olsa) cezalandırılması, sorumluluk
alanını çok genişletmektedir. Gerçekten de ortak akıl, özel olarak görevlendirilenler dışında hiç
kimseye, kasıtlı bir eyleme engel olma mükellefiyeti yüklememiştir. Kasıtlı eyleme bilmeden
yardımcı olanların sorumlu tutulması, kasıtlı suça engel olma mükellefiyeti gibi sonuç doğurmakta
ve adalet ilkelerine ters düşmektedir. Bu teoriye göre, silahını saklamada özensiz davranan bir
şahsın bu hareketi ile ergin bir aile bireyinin bu silahla öldürdüğü kişinin ölümü arasında
nedensellik bağı vardır. Çünkü silahın muhafaza edilmemesi, bizatihi risk taşıyan bir harekettir ve
bundan zararlı sonuçlar çıkacağı tahmin edilebilir. Keza aynı görüşe göre, reçetesiz satılan ilaçla
birinin öldürülmesi eyleminde, eczacının hareketi ile ölüm neticesi arasında da nedensellik bağı
vardır. Çünkü bu neticenin de öngörülmesi mümkündür. Oysa sorumluluğun bu ölçüde
genişletilmesi, özen mükellefiyeti ihdas edilen her durumda, bu mükellefiyeti ihlal eden şahsın
sorumlu tutulmasını gerektirmektedir. Böylece teori, “şart teorileri” grubuna yaklaşmaktadır. Oysa
önerdiğimiz yöntemde, önce özen yükümlüğünün sebebi sorgulanmaktadır. Bu, herhangi bir
normun yorumlanmasından farksızdır. İkinci aşamada ise olay ex-post olarak, yani sonradan
bilinenlerle birlikte incelenmekte, etkin hareketin, özen mükellefiyetinin engellemeye çalıştıkları
arasında yer alıp almadığı araştırılmaktadır. Böylece, bu kapsamda olan hareketler sorumluluk
alanının içine çekilirken, dışında kalanlar, özensiz hareketler dahi olsa neticeye bağlanmamaktadır.
UYGULAMA:
Yargıtay kararlarında, açık bir şekilde belirtilmemekle birlikte, genellikle, “uygun
sebep teorisi kabul edilmekte, birçok kararda, hareketle netice arasında uygun nedensellik bağının
varlığı aranmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun bir kararında: “Taksiri oluşturan, ana özelliğini veren
unsurların 1- Tipik fiilin istenmemesi, 2-Hukuken korunan, varlıklara zarar verilmesini önlemeye
yönelik davranış kurallarına uyulmaması ve 3-Bu uymamanın faile isnat edilebilir nitelikte
öngörülebilir ve önlenebilir nitelikte olup failin davranışı ile sonuç arasında uygun bağlantısı
bulunması gerektiği vurgulanmıştır. (N. Toroslu, Ceza Hukuku S. 98 vd.).”
“Diğer yandan birden çok kişinin faaliyetinin iştiraki söz konusu olduğu
durumlarda, taksir sorunu, başkalarının doğru biçimde davranacağına güven ilkesi ile
çözümlenmelidir. Böylece disiplinler arası bir ekip çalışmasında, herkes diğerlerinin doğru hareket
ettiğine güvenmek zorunda olduğundan, grupta çalışanlardan her biri sadece kendi faaliyet tipine ait
meslek kurallarına uyulmasından sorumludur.”
“Taksire dayalı ceza sorumluluğu yönünden bir insan davranışının ortaya çıkan bir
sonucun nedeni sayılabilmesi için bu davranışın o sonucun zorunlu şartı (canditio sine gua non)
olması, yani bu davranış olmadan o sonucun gerçekleşmemesi gerekir. Ayrıca sonucun istisnai
etkenlerden ileri gelmemiş olması, yani davranışın gerçekleştirildiği anda dönemin en ileri bilim ve
tecrübesine göre, o sonucun davranışın olağan sonucu olarak öngörülebilir olması aranır. Aksi
takdirde failin tutumu ile sonuç arasında doğal, uygun ve insani nedensellik bağının bulunduğu
söylenemez” denmektedir12.
Bir başka kararda13 şu açıklama mevcuttur: “ İnceleme konusu olayda, mağdurun
attığı taşla sendeleyip yere düşen sanık yerden bir taş alarak mağdura doğru yönelmiş, mağdur
korkarak kaçmaya başlamış, bu sırada düşerek yerde çakılı taşa isabet etmek suretiyle yaralanmıştır.
Sanığın hareketi yerden aldığı taşı mağdura doğru yöneltmekten ibarettir. Mağdura taş fırlatmış
veya onu iteleyerek yere düşürmüş ya da bir başka eylemde bulunmuş değildir. Mağdurda oluşan
yara (sonuç) onun kaçarken takılıp, düşmesiyle meydana gelmiştir. Bu itibarla mağdurdaki
yaralanma sonucu ile sanığın yerden taş alıp, mağdura doğru yönelmekten ibaret eylemi arasında
uygun nedensellik bağı bulunmamaktadır. Bu itibarla sanık, mağdurun aralanmasından dolayı
sorumlu tutulamaz.”
Bir Daire kararında14 ise etkin sebep teorisinden de yararlanılmıştır: “TCK'nin 407. maddesinde öngörülen durum bir objektif sorumluluktur. Objektif sorumluluk ise olağan
olmayan istisnai bir sorumluluk biçimidir. Bu nedenle, 407. maddenin uygulanması sırasında dar
yorum ilkesi benimsenmeli; failin eylemi ile sağlığın bozulması ya da ölüm arasında uygun, yakın,
doğrudan ve etkin nedensellik bağı aranmalıdır. Bu anlamda bir nedensellik bağının kurulamadığı
durumlarda sözü edilen madde uygulanmamalıdır./ Örneğin, failin hazırladığı uyuşturucu maddeyi
kullanıcıya bizzat enjekte etmesi veya uyuşturucu maddeyi birer kullanımlık ölçekte hazırlayıp, bu
durumu belirterek satması sonucu, kendisine uyuşturucu madde enjekte edilen veya bir ölçek
uyuşturucu maddeyi kullanan kişinin sağlığının bozulması ya da ölmesi durumunda, failin fiili ile
sağlığın bozulması ya da ölüm arasında belirtilen anlamda nedensellik bağı vardır. Buna karşılık, 20
gram uyuşturucu madde satın ala ve bunun 5 gramını bir doz olarak veya birer kullanımlık
dozlardan ikisini birlikte kullanan kişinin sağlığının bozulması ya da ölmesi durumunda satıcının
fiili ile sağlığın bozulması veya ölüm arasında değinilen biçimde nedensellik bağı yoktur.”
TCK'DA NEDENSELLİK BAĞI:
TCK'da nedensellik bağının tanımı verilmemiş ve bu hususta açık bir düzenleme
yapılmamıştır. Ancak “netice sebebiyle ağırlaşmış suç”u düzenleyen 23. maddede: “Bir fiilin,
kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi hâlinde, kişinin
bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi
gerekir” hükmü mevcuttur. Buradaki taksir zorunluluğu, objektif sorumluluk olgusunu bertaraf
etmek amacıyla getirilmiştir. Bununla birlikte kanun koyucunun, neticenin öngörülebilmesini
aramakla, “uygun sebep teorisi”ne yaklaştığı söylenebilir.

1 M. İhsan Darende, Yeni TCK'da Suç İşlemeye Teşebbüs, www.hukukcu.com
2 Prof. Sulhi Dönmezer-Prof. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt: 1 Sayfa: 562-563
3 Prof. Faruk Erem-Prof. Ahmet Danışman-Prof. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa: 276
4 Prof. Sulhi Dönmezer-Prof. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt: 1 Sayfa: 570-571
5 Prof. Sulhi Dönmezer-Prof. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt: 1 Sayfa: 571-572
6 Prof. Sulhi Dönmezer-Prof. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt: 1 Sayfa: 572
7 Prof. Sulhi Dönmezer-Prof. Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt: 1 Sayfa: 572-573
8 Prof. Faruk Erem-Prof. Ahmet Danışman-Prof. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa: 278
9 Prof. Faruk Erem-Prof. Ahmet Danışman-Prof. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa: 279
1 0 Prof. Faruk Erem-Prof. Ahmet Danışman-Prof. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa:
279
1 1 Prof. Faruk Erem-Prof. Ahmet Danışman-Prof. Mehmet Emin Artuk, Ceza Hukuku Genel Hükümler Sayfa:
280
12 CGK'nın 16.05.2000 tarih ve 104-110 sayılı kararı.
13 CGK'nın 04.10.1993 tarih ve 4-153/215 sayılı kararı.
14 10 CD'nin 10.12.1998 tarih ve 10133/12221 sayılı kararı

Etiketler :

Share :

Tuğra Hukuk Bürosu Kastamonu’da kurulmuş olup ulaşım, bankacılık, sağlık, ziraat, enerji gibi pek çok alanda hizmet gösteren kişi ve kurumla birlikte çalışmaktadır.

Copyright © 2022 Tuğra Hukuk Bürosu